31 Mart 2015 Salı

EMZİRME VE BAĞLANMA ARASINDAKİ İLİŞKİ


Artık televizyonlarda uzmanların, doktoraların hepsi aynı şeyi söylüyor: Çocuklarınızı olabildiğince çok  emzirin. Fakat bazı anneler aşağıda yazacağım sebeplerden dolayı çocuklarını emzirmek istemiyorlar. Oysaki emzirme çocuğun beslenmesi için sadece yararlı değil sosyal- duygusal, zihinsel gibi gelişim alanları için de bir o kadar faydalı.

Öncelikle anneler neden emzirmek istemez konusuna giriş yapalım. Birinci sebep; anneler göğüslerinin emzirmeden dolayı sarkacağını düşünürler ve genelde altıncı aydan sonra bu olayı keserler. Yüksek lisans dersini aldığım hocamın bugünkü söylediklerini referans göstererek şunu açıklamalıyım ki sarkma emzirmeden dolayı değil, hamile kaldığınızda değişen/artan bazı hormonlarınızdan kaynaklıymış. Yani, gönül rahatlığıyla bebeğinizi o bırakana kadar emzirebilirsiniz. Çocuk sahibi olmaya karar vermişseniz, buna razı gelmek durumundasınız. J Bunun dışında takviye verilen mama veya yiyeceklerin anne sütünden daha yararlı olduğu düşüncesi annelerin bu süreci kısa tutmak istemelerine neden olabiliyor. Artık biliniyor ki hiçbir besin anne sütü kadar değerli değil. Çocuğunuz hazır mama ile birkaç vitamini alabilir ama diğerlerini alamaz. Ama anne sütünde çocuk için hazırlanmış fiziksel ve zihinsel gelişimine katkı sağlayan tabiri caizse bir iksir var. Ve bunu en değerli varlıklarınızdan esirgememeniz gerektiğini düşünüyorum. (Aklıma şu an emzirmeyi kısa tutmaya neden olan başka bir sebep gelmiyor, sizin düşündüğünüz başka bir sebep varsa yorum olarak yazabilirsiniz.)

Gelelim emzirme sürecinin bebeğin farklı gelişim alanlarındaki etkilerine. Fiziksel gelişim açısından düşünürsek, bebek tüm vitaminleri, proteinleri barındıran anne sütünü düzenli bir şekilde içerek beyin gelişimi de dahil olmak üzere genlerinin ona sunmuş olduğu gelişim sürecinde ilerler. Duygusal gelişimin bir alt kavramı olan bağlanma duygusu, da anne çocuğu emzirirken kuvvetlenir. Bebektir bilmez desek de haftalar, hatta günler geçtikçe bebek çevresindeki insanları, ihtiyacı olduğunda yardımına koşan kişileri tanır ve onlarla duygusal bir bağ kurar. Bebekler yetişkine bağlı, onların insafına kalmış varlıklardır. Dolayısıyla, en çok gördüğü kişi genelde onun temel ihtiyaçlarını gideren kişi olacaktır. Bu ihtiyaçların başında beslenme gelir. Bebek acıktığında hemen ona yemek sağlayan annesine ilk olarak bağlanmaya başlayacaktır. Ama çocuğun anneyle duygusal bağ kurması, ona güvenmesi, benim güvenli cennetim demesi için annenin sadece bebeğini yedirmesi, altını değiştirmesi yeterli değil. Emzirme sürecinde bebekle nasıl iletişime geçtiği de önemlidir.

“Emzirme sürecinde dikkat etmelisiniz?” sorusunu cevaplamaya çalışayım simdi de. Birincisi, onunla bu süreçte göz teması kurmalısınız. Çocuk, ona besin sağlayan kişiyi gözlerine, yüzüne bakarak tanımalı. Ve sizin de yüzünüzden bunu yaptığınızdan dolayı mutlu olduğunuzu hissetmeli. İkincisi, çocuğun rahat rahat emmesi için ona zaman vermelisiniz. Hemen işiniz çıktığı için yatağına yatırmamalısınız, o istemediği zaman bırakacaktır zaten. Üçüncüsü, emmese dahi sizin kucağınızda durmaktan zevk aldığı için emer pozisyonda kalmak isteyebilir, belki de bu onu rahatlatıyordur. Bitti deyip kucağınızda indirmemenizi tavsiye ederim. Ayrıca sizin kucağınızı tanıması için olabildiğince kucaklamaya çalışın. Kaynağı hatırlayamıyorum ama bebeklerin en güvende oldukları yer anne karnıdır. Ve doğduktan sonra bebekler bu ortamda yaşamakta isterlermiş. Bu dersi aldığım hocam, prematüre doğan bebeğine ana kucağı yapıp anne karnı kadar dışarının da güvenli olduğunu bebeğine hissettirmek, yine annesinin yanında olduğunu anlamışını sağlamak istemiş ve kızını bir bezle kendine sarmıştı. Siz de çocuğunuzla bağınızı kuvvetlendirmek için böyle bir şey yapabilirsiniz. Bu gün ilk defa yine aynı hocamdan “acı süt” kavramını öğrendim. Çocuğu emzirme süreci ve sonrasında onunla yukarıda saydığım tekniklerin hiçbirini uygulamayan annelerin verdiği süte deniyormuş. O bebekler için kim bilir ne kadar acıdır L. Anneyi tanıma, onunla duygusal bağ kurması ile bebek emeklemeye başladıktan sonra güvenli cenneti olduğunu düşündüğü annesinin olduğu her ortamda etrafı keşfetmeye daha kolay ve hızlı bir şekilde başlayacaktır. Keşfedebileceğini bile düşünebilmek çocuğun öz güveninin olduğunun bir göstergesidir aslında.  Ve buna başladığında oyuncaklarla oynarken büyük kasları, eğer onun gibi bir bebek veya çocuk varsa sosyal gelişimi ilerleyecektir.

Yukarıda yazdıklarımın çok kesin ama soyut yorumlar olduğunu düşünebilirsiniz. Şimdi bu söylediklerimi bir deneyi anlatarak ve bunun videosunu paylaşarak aklınızda somutlaştırmaya çalışacağım.  Harlow adında bir araştırmacı bebek maymunu bir kafese koyar ve bu kafeste canlı olmayan iki büyük maymun oyuncak vardır. Birinin gövdesine biberon gibi bir cisim yerleştirerek yavru maymunun bu oyuncak maymundan beslenmesini sağlamayı amaçlamıştır. Ama bu maymunun tüyleri, postu yoktur, demirden yapılmıştır. İkinci büyük oyuncak maymun ise yumuşak bir pelüşle kaplanmıştır. Fakat bu maymun ise süt vermemektedir. Aşağıda videoda da görebileceğiniz gibi bebek maymun sütü demir maymundan içtikten sonra hemen pelüşten yapılmış maymunun kucağına gidiyor. Ve bebek maymun korkutulduğunda yemek vermeyen ama sıcaklık veren maymunun kucağına atlıyor. Yardım etmesi için ondan medet umuyor. Ve yine son deneyde ise demir maymunun, birkaç oyuncağın içine atıldığı bir odada yavru maymun etrafı keşfetmeye başlamıyor bile. Korku içinde bir köşeye siniyor, zavallıcık. Her şeyin aynı olduğu demir maymunun değil de diğer maymunun bu sefer yerleştirildiği odaya atılan bebek maymun hemen annesi olarak düşündüğü cansız maymuna sarılıyor, belli bir süre geçtikten sonra etrafı merakla keşfetmeye başlıyor. Yukarıda bahsettiğim şeye geldik şimdi aslında; önemli olan bebeğe acı süt vermek değil ona şefkat, sevgi, sıcaklı, güven duygusu vermek. Bebek maymun karnını her ne kadar demir olandan aldığı besinle doyursa da güven duygusunu yumuşak olandan sağlıyor.

Son olarak, soracaksınız kendi kendinize niye insanlar üzerinde değil de bu deney maymunlar üzerinde yapılmış. Birincisi, hiçbir anne bebeğinin korkmasını istemez. İkincisi, insan üzerinde araştırma yapmanın belirli etik kuralları var ve bu kurallardan biri deneğin hiç alanda zarar görmemesi gerektiğidir. Hiçbir araştırmacı bebeklerin psikolojisini bozmak istemez değil mi? J Peki neden maymunlar? Çünkü memeli türünde olan ve zekâ seviyesi yüksek olan canlılardan biri olduğundan dolayı maymunlar seçiliyor. Canlının memeli olması emzirmenin olması, bebek bakımının anne tarafından içgüdüsel olmasını sağlıyor. Bu sebeple memeli canlılar seçiliyor, insana benzer yakın çocuk bakma davranışları olduğu için de aynı zamanda.

Bu konu hakkında söylenecek çok şey var aslında çok sıkmamak adına yine uzun yazdığımı düşünsem de kısa tuttuğumu var sayın lütfen. Umarım yazdıklarımın faydalıdır J.

Hiçbir bebeğin acı süt içmemesi umuduyla…

NOT: (İngilizce bilmeyen veliler için ) Video İngilizce ama yukarıdaki paragrafta yazdıklarıma dikkat ederek izlerseniz, kolaylıkla anlaşılabilir.

 

 

26 Mart 2015 Perşembe

MİZAÇ- DUYGUSAL GELİŞİM


Bilindiği üzere mizaç, kişinin doğuştan getirmiş olduğu ve  çevreden aldığı tepkilere verdiği duygusal farklılıklardır (Else-Quest, Hyde, Goldsmith ve Goldsmith,2006). Bir olay karşısında kendinizi nasıl durdurduğunuz veya nasıl yönettiğiniz mizacınızdan kaynaklı değişiklikler gösterir. Kişiliğin bir parçasıdır aynı zamanda Biyolojik bir etkinin olduğu bir gerçek olarak kabul edilse de birçok araştırma gösteriyor ki kişilerin mizacı çevresel etmenler dolayısıyla değişebilir.

Doğumdan itibaren bebeğin çevresinde ilk ve en çok olan, ona bakan, büyüten ebeveynler olarak sizler çocuğunuzun mizacında değişimler yaratabilirsiniz. Yapılan bir araştırmada ebeveynlerin çocuklarını büyütme/yetiştirme sitili ile çocuğun duygularını kontrol etmedeki tarzı birbiriyle pozitif yönde ilişkili olduğu bulunmuş. Ve ayrıca ebeveynlerin yetiştirme şekli ileride çocuğunuzun sosyal ilişkilerinde de etkili role sahip (Kim-Spoon, Cicchetti & Rogosch, 2013). Bu araştırmanın sonuçlarını baz alarak hayattan bir örnek verelim: Çocuğun doğumundan itibaren baba ve anne her tartışmalarında yüksek sesle/bağırarak konuşuyorlar. Daha sonra ikisi de tartışmanın ardından belli bir süre konuşmamayı tercih ediyor. Çocuk gözlerini böyle bir ortamda açmışsa fikir ayrılığı olduğu durumlarda insanların birbirine bağırdığını, sonra da sustuğunu düşünecek. Biliyoruz ki çocuklar ebeveynlerini rol model alırlar çoğu kez. Sinirli bir mizaca sahip ve böyle bir ortamda büyüyen bir çocuk beklenildiği üzere her tartıştığı arkadaşıyla benzer teknikleri uygulayarak sorundan kurtulmaya çalışacak. Ve bu durumda arkadaşları arasında istenilemeyen çocuk durumunda kalacaktır.

Yine anne babanın yetiştirme tarzı çocuğun karşı taraftaki kişinin duygularını anlamada çok büyük bir etken olduğu yapılan araştırmalarla kanıtlanmış. Else-Quest, Hyde, Goldsmith ve Goldsmith (2006) mizaçla ilgili yapılan son araştırmaları toplayan makalelerinde şunu belirtmişlerdir. Bebeklerin ilk olarak fark ettikleri yüz ifadesi mutlu olan insanlarınki imiş. En son öğrenilen ise korkulu yüz ifadesiymiş. Ama gelin görün ki dayak, korku, stres ile büyüten anne babaların çocukları onlara gösterilen birçok yüz ifadesi arasında en uzun süreyi korkulu yüz ifadesinde geçirmişlerdir. Çünkü anne çocuğunu bağırarak yetiştirdiğinden içinde hep korkan bir çocuk bulunmaktadır. Yaptığı davranışların doğru olup olmadığını anne babasının kaşlarına, ses tonuna bakarak anlayabiliyor.  Makaleyi okurken en başta şaşırmıştım açıkçası ama hayattan örnekleri düşününce çok doğru bir sonuç olduğunun farkına vardım. Bu araştırmadan çıkaracağımız uygulamaya yönelik yorumum şu: Çocuklarımıza bir şeyleri öğretirken veya istenilen davranışı yapmasını beklerken ses tonumuz yüksek  olmamalı, çocuk cezalandırılacağı hissine kapılmamalı. Bu gibi tutumlar yerine uygun olan davranışı söyleyerek ardından “Çünkü….” İle başlayan bir cümle kurmalıyız. Ve çünkü’den sonra gelen kelimeler çocuk için mantıklı olmalı. Örneğin, “Yatağına yatmalısın, çünkü ben öyle istiyorum.” Demek yerine “Yatağına yatman gerekiyor, çünkü uyuyup yarın arkadaşlarınla çok daha eğlenceli oyunlar oynayabilmen için enerjiye ihtiyacın var, nasıl telefonlar şarj cihazı ile bataryaları doluyor, insanlarda da bu uyku ile sağlanıyor .” Gibi cümleler kullanılabilir. Yine çocuğun günlük yaşamı ile ilgili bir yarardan bahsetmeniz onu yapacağı iş/davranış konusunda heyecanlandıracak ve daha hızlı bir şekilde yapacaktır.

Çocuğunuzla konuşurken Çünkü’ lü cümleler kurmanız dileğiyle... J

KAYNAKÇA

Else-Quest, N. M., Hyde, J. S., Goldsmith, H. H, & Goldsmith, C. A. (2006). Gender differences in temperament: a meta-analysis. Psychological Bulletin, 132(1), 33–72. doi: 10.1037/0033-2909.132.1.33

Kim-Spoon, J.,  Cicchetti, D., & Rogosch, F. A. (2013). A longitudinal study of emotion regulation, emotion labilitynegativity, and internalizing symptomatology in maltreated and nonmaltreated children. Child Development,  84(2), 512–527

 

ERKEN OKURYAZARLIK (YEŞEREN OKURYAZARLIK)


ERKEN OKURYAZARLIĞIN TANIMI VE ÖZELLİKLERİ

    Öncelikle erken okuma yazma kavramını açıklayarak başlayayım. Erken okuryazarlık süreci çocuğun zorunlu ilkokul okul hayatı başlamadan önceki dönemdir. Yani, doğumla birlikte başlar. Kitaplarla, yazılarla tanışma, genel olarak temel sistemi öğrendiği bir süreçtir.

     Bu süreçte amaç çocukların yetişkinler gibi okuyup yazmasını öğretmek değil, okuryazarlığa dair genel kavramları benimsetmektir. Yetişkinler gibi okuyup yazabilmeyi öğrenme süreci ilkokulda başlamalıdır. Örneğin, her harfin bir sesin simgesi olduğunu bilmeleri erken okuryazarlık becerilerinden biridir. Çocuk harfi gördüğü zaman, harfin sesini çıkartabilmesidir. Hikâye kitabını açtıklarında cümlelere soldan sağa doğru okunduğunu öğrenmeleri bu süreçteki amaçlar arasındadır.  Bunun yanında, her yazının, kelimenin bir varlığı temsil ettiğini bilmesi de erken okuryazarlık becerilerindendir.          

    Yukarıda yazılan becerilerin ilkokula başlamadan önce kazandırılması gerektiğinden aile ve anaokulu öğretmenleri önemli rol oynamaktadırlar. Anaokulunda erken okuryazarlığı teşvik edici aktiviteler yapılırken evde bu çalışmaların olmaması çocuğun yeterince benimseyememesine neden olur. Ama öğretmenlerle iletişim içerisinde olunduğunda ebeveyn çocuğunun ihtiyaçlarını ve beklentilerini daha iyi anlar. Ayrıca sınıfta gördüğü aktivitelerin benzerlerini de yaparak çocuğunun gelişimine katkıda bulunur.

    Önerim şudur ki çocuğun ev ile okul arasındaki erken okuryazarlık deneyimleri arasında büyük farklılıklar olmaması için anne-baba ve öğretmen sıkı bir iletişim, paylaşım içinde olmadırlar. Öğretmen ve aile arasındaki bağ sadece çocukların erken okuryazarlık becerilerine katkı sağlamayacak aynı zamanda ebeveynlerini ve öğretmenini iyi ilişkiler içinde gördüğünde çocuk iki ortamda da mutlu olacak, psikolojik açıdan kendini rahat hissedecektir. Bunların yanında erken okuma yazma yetileri gelişirken aynı zamanda çocukların dil becerileri de gelişmektedir. Dil gelişimi de sosyal ve zihinsel gelişim alanlarıyla sıkı bir şekilde bağlıdırlar. Ve dil tüm gelişim alanlının ön koşulu gibidir.  Örneğin, yaşıtlarıyla parkta oynamak isteyen bir çocuk ilk önce sözel olarak ne oynamak istediğini söylemek, oynarken düşüncelerini arkadaşlarıyla paylaşmak ister.  Düşüncelerini ifade etme seviyesi yeterli veya üst seviyede olan bir çocuk rahatlıkla sosyalleşebilir. Arkadaşları ile keyifli zaman geçirebilirler. Ve böylelikle sosyal becerileri de hızla ilerler.  Sonuç olarak, erken okuryazarlık becerileri çocuğun doğumuyla başlayıp aile ve öğretmen işbirliğinde çalışmayla devam eden, diğer tüm gelişim alanlarına katkısı olan önemli bir süreçtir.

ERKEN OKURYAZARLIĞI DESTEKLEYEN UYGUN EV ORTAMI

   Yazımın ikinci kısmında evde erken okuryazarlık becerilerini geliştiren verimli ev ortamı nasıl olmalı konusunun üzerinde duracağım. Ebeveynin çocukla karşılıklı iletişime geçtiği, çocukların ilgilerine göre günlük okuma yazma aktiviteleriyle meşgul oldukları ortamlara zengin okuryazarlık ortamı denir. Bu ortamın temel özellikleri; okuma yazma ile ilgili materyallerin çok çeşitli ve ilgi çekici olması, ortamın; davetkâr, rahat ve çocuk için her an ulaşılabilir olmasıdır.  Bu ortamda yazı veya harfler bolca bulunur. Örneğin, takvimler, mutfakta dolaplarına asılan yemek tarifleri, el ilanları veya alfabe oyuncakları evde zengin okuryazarlık ortamı oluştururken yardımcı olacak materyallerden birkaçıdır. Bir diğer materyal çeşidi ise okuma materyalleridir. Bunlar; kitaplar, fotoğraf albümleri, dergiler, gazeteler, yemek kitapları, haritalar, kitapçıklar olabilir. Yazı yazmayı öğrenmesi için seçilen materyaller ise kalemler, tebeşirler, sünger şekiller, boş kâğıtlar, yazı tahtaları, boya fırçaları vb. olabilir.

ÇOCUKLARINIZLA YAPILABİLECEĞİNİZ ETKİNLİKLER

Aile ve çocukların ortaklaşa yaptıkları yazma çalışması etkinlikleri aşağıdaki örneklere benzer etkinlikler olabilir.

v  Çocuğunuzla birlikte aile günlüğü tutabilirsiniz. İsterseniz yaşadığınız önemli olayları çocuğunuzla birlikte günlüğünüze yazar isterseniz de her akşam o gün yaşadıklarınızı yazarsınız. Önemli olan nokta; uygularken çocuğunuzun fikirlerini anlamanız gerektiğini unutmamaktır. Siz deftere yazarken de her kelimeyi heceleyerek sesli bir şekilde söylemeniz, cümleniz bittikten sonra da parmaklarınızla takip ederek akıcı bir şekilde çocuğunuza okumanız onun erken okuryazarlığa dair daha önce belirttiğimiz temel becerileri kazanmasını sağlayacaktır.

v  Çocuğunuzla birlikte market alışveriş listesini hazırlayabilirsiniz. Hatta bunu bir oyuna bile çevirebilirsiniz. Çocuğunuza “Buzdolabında kaç domates var? 30 saniyede bakalım sayabilir ve yanıma gelebilecek misin?” gibi cümlelerle bu süreci daha eğlenceli hale getirebilirsiniz.

v  Evinizdeki eşyaların üzerine o eşyanın adını yapışkanlı kâğıtlara yazabilirsiniz. Çocuklarınız her eşyayı gördüğünde nasıl yazıldığını da görecektir.

v  Çocuklarınızla düzenli bir şekilde çocukların ve yetişkinlerin kütüphanelerine gidebilir, orada birlikte zaman geçebilirsiniz. Kitap okumanın dışında kütüphanedeki kitapların dizilme sistemini anlatabilir, en eski veya son çıkan kitapları gösterebilirsiniz. İnanın çocuğunuzun ilgisi çekecektir. Daha sonra eve geldiğinizde çocuklarınızdan o gün yaşadıklarını, hissettiklerini, gördüklerini resimlemelerini isteyebilirsiniz. Anı veya günlük defterinize yapıştırabiliriz en sonunda. Bu etkinlik, çocuğunuzun sadece dil gelişimine katkı sağlamayacaktır, aynı zamanda çocuğunuzun genel kültürünü, kitaba olan ilgisini arttıracaktır, Son olarak, yapmış olduğu resimlerin saklanması, anı defterine yapıştırılması onun ürünlerinin değerli olduğu hissi uyandıracaktır.
Yazmış olduğum etkinlikleri uygulamanız dileğiyle.
KAYNAKÇA

Dunst, C. j.,   Simkus,  A. &  Hamby, D. W.(2012).   Children’s story retelling as a
            literacy and language enhancement strategy. Center for Early Literacy, 5(2), 1-14

Sheridan, S. V., Knoche, L.V.,  Kupzyk,  K.A., Edwards,C. P., & Marvin, C. A. (2011) . A randomized trial examining the effects of parent engagement on early language and literacy: The Getting Ready intervention. Journal of School Psychology, 49, 361–383

Sheridan, S. V., Knoche, L.V.,  Kupzyk,  K.A., Edwards,C. P., & Marvin, C. A. (2011) . A randomized trial examining the effects of parent engagement on early language and literacy: The Getting Ready intervention. Journal of School Psychology, 49, 361–383
  Mullis, R. L., Mullis, A. K., Cornille, T., Ritchson, A. D., & Sullender, N. L. (2004). Early Literacy Outcomes and Parent Involvement (Tech. Rep. No. 1). Tallahassee, Florida: Florida State University Family Institute, Outcome & Evaluation Unit.
Center For Early Literacy. (tarih yazılı değil) Literacy-Rich Environments [PowerPoint slides]. Alındı:  http://www.earlyliteracylearning.org/ta_pdf/SelfGuided_Module_LRE.pdf
Neuman, S.B., Koh, S. & Dwyer, .J. (2008). CHELLO: the child/home environmental language and literacy observation. Early Childhood Research Quarterly, 23, 159–172
 Saracho, O.N. , Spodek , B.  (1998) . A play foundation for family literacy. International Journal of Educational Research, 29, 41-50
 Neuman, S.B., Koh, S. & Dwyer, .J. (2008). CHELLO: the child/home environmental language and literacy observation. Early Childhood Research Quarterly, 23, 159–172

 

14 Mart 2015 Cumartesi

KALİTELİ ZAMAN


Bazı insanlar görürsünüz akademik alanda çok başarılıdır, her hedefine kolayca ulaşır. Ortalamanın üzerinde akademik zekâya sahiplerdir. Ama insan ilişkilerinde bir o kadar zayıflardır. Karşısındaki insanın duygularını anlamakta, kendi hislerini ifade etmekte zorluk çekerler. Sosyal yaşantıları akademik başarıları kadar iyi değildir. Çünkü duyguları tanıma veya fark etme konusunda yetersizlerdir. Son yıllarda akademik zekânın yanı sıra duygusal zekâ kavramı öne çıkmaktadır. Duygusal zekâ, kısaca, şöyle tanımlanabilir: Başkalarının duygularını anlama, kendi duygularının farkına varıp yönetebilme becerisi (Alegre, 2012).

   Bir önceki yazımda bahsetmiştim, insan gelişimi çevresel ve kalıtsal faktörlerin etkisinde kalır. Zekâ da aynı şekilde etkilenir.  Bir insan doğuştan yüksek zekâ kapasitesine sahip olabilir. Eğer zekâyı geliştirecek gerekli ortam bulamazsa sahip olabileceği zekânın çok altında bir seviyede yaşamını sürdürebilir.

    Duygusal ve akademik zekâ anne karnından başlayarak gelişmeye, değişmeye başlar. Bu günkü yazımda ebeveynler olarak “Çocuğunuzun duygusal zekâsını geliştirmek için neler yapabilirsiniz?” sorusuna yapılan bir araştırmanın sonuçlarına dayanarak cevaplamaya çalışacağım.

   Araştırma 155 anne ve 7 ile 12 yaş arasında olan 159 çocukla yapılmış. Annelere çocuklarıyla, evde yaptıkları etkinliklerin çeşitlerini ve süresini cevaplamalarını sağlayan sorular, çocuklara ise duygusal zekâlarını ölçen sorular sorulmuş. Sonuçlar gösterdi ki annesiyle birlikte kaliteli zaman geçiren çocukların, kendi duygularının daha çok farkında. Yani, ne kadar çok birlikte zaman, paylaşım, iletişim içerisinde anne olursa bir o kadar çocuk duygularının farkında olup kontrol etme becerisi yüksek oluyor. Bu, sebep sonuç ilişkisi gibi algılanmasın, birbiriyle bağlantılı olduğu düşünülmesi daha uygun olur.  Bu sonuç gösteriyor ki çocuğunuzla birlikte oyun oynamak, onu dinlemek, zaman paylaşımı yapmak, yer paylaşımı yapmak çocuğun duygusal zekâsına olumlu bir katkı sağlıyor.

   Çocuğunuzla oyun oynarken dikkat etmeniz gereken hususlara biraz girmek istiyorum. Bazı anne babalar oyun sadece çocuğun işi olduğunu düşünüyor. Oyun çocuklar arasında oynanır. Bence, hayır, bu doğru bir düşünce değil. Yetişkinler de çocuklarla birlikte oyun oynayabilir ve iki farklı yaş grubu da aynı oyunu oynamaktan doğan haz, eğlenceye kavuşabilir. Siz, çocuğunuzun verdiği doğal tepkilerden dolayı mutlu olabilir, çocuğunuz ise oyundaki karakterlerin arkadaşlığını beğenip mutlu olabilir. Mutluluk kaynaklarınız farklı olsa da ikiniz de eğlenebilirsiniz. Öncelikle, çocuğunuzla oyun oynarken ona bir şeyler öğretmeyi hedeflemeyin. Mesela, evcilik oynarken çocuğunuza “Gel birlikte eczaneye gidelim, orada ilaçlar satılır, aşı yapılır.” Gibi açık açık bilgilendirici cümlelerden kaçının, derim. Gizli ve çocuğun fark etmeyeceği şekilde hayatı öğretmek daha güzel, keyifli olur. Bu yorumlarımdan bağımsız, ebeveynler her zaman sözel yolla bir şeyler öğretmek zorunda değil. Yani, davranışlarınızı çocuklarınız gözlemliyor ve sizden hayatı öğreniyorlar. Bunların yanı sıra oyun oynarken çocuğunuzun konuşması, oyuna yön vermesi için zaman tanıyın. Bazı çocuklar elinde bir araba ile hiç konuşmadan yanındaki çocukla saatlerce oynayabilir. Yetişkinler ile oynarken de bu durum gerçekleşebilir. Yine, çocuğunuza onunla oyun oynarken eğlendiğinizi hissettirmeniz çok önemli. Sizin mutlu olduğunuzu görünce oyuna devam etmek isteyecektir. Son olarak, her gün eğer uygun değilseniz her hafta onunla birlikte yazdığım ipuçlarını kullanarak çocuğunuzla zaman geçirmenizi öneririm.

Şimdi ise çocuğunuzla birlikte verimli zaman geçirmenin ona ne gibi katkıları var. Bunlardan bahsetmek istiyorum. İlk olarak, çocuğunuzun en çok gördüğü kişi sizsiniz ve sosyal rolleriniz (baba olmak, öğretmen olmak gibi) dışında günlük hayatta olaylara verdiğiniz tepkileri çocuğunuz görüyor ve kaydediyor, kendi zihninde belli değişiklikler yaparak ileride lazım olduğunda kullanmak üzere. Siz onunda zaman geçirdikçe sizi (annesini/ babasını) daha çok tanıyacak, davranışlarınızı öğrenecek. Ve beğendiği davranışı hazmedecek, sizi model alacak. İkinci olarak, onun tepkilerinin, davranışlarının çevresindeki insanlarda nasıl bir izlenim bıraktığını sizin sayenizde görecek. Kabul edilen/edilmeyen davranışının farkında olacak. Ve kendisini yönetmeyi, duygularını yönetmeyi bu yolla öğrenecek.

   Araştırmaya geri dönersek, çocukları ile birlikte oyun oynayan kişiler aynı zamanda çocuklarıyla birlikte ders çalışan aileler oluyormuş (Alegre, 2012). Çocuğun derslerine yardım ettiği süre miktarı ile birlikte geçirilen oyun oynama süresi doğru orantılıymış. Benim bu sonuçtan anladığım çocuğunun eğitimine değer veren insanlar aynı zaman da oyunun da çocuğun gelişiminde bir o kadar değerli ve önemli olduğunu düşünenlerdir. Birlikte ders çalışmanın çocuğun kendi duygularının anlamını fark etmesi ve duygularını kabul etmesiyle pozitif bir ilişki olduğu da bulunmuş (Alegre, 2012). Satır arasında, sinirli olmak, kızgın olmak gibi duygular çocuklar tarafından sahip olunmaması gereken hisler olarak algılanıyor. Hâlbuki her duygu hissedilebilir, her duygu kabul edilebilir anlayışı çocuklara kazandırılmalıdır.  Birlikte okul derslerine çalışmanın yanı sıra anne/babası ile birlikte kitap okuyan, birlikte kütüphaneye giden çocukların duygusal zekâsı daha yüksek çıkmış. Tavsiye olarak söyleyebileceğim şey; çocuğunuzla birlikte eğitim alanın da zaman geçirin. Söylemeye gerek yok belki ama sizin desteğiniz, katkınız onun akademik zekâsına ve başarısına da direk etki edecektir.

  Son olarak araştırmada hangi tür etkileşimin çocuğun duygusal zekâ seviyesi ile bağlantılı olmadığından bahsetmek istiyorum. Çocuğunuzun günlük ihtiyaçlarını giderdiğiniz süre ile duygusal zekâ ile bir bağlantı olmadığı bulunmuş (Alegre, 2012). Günlük ihtiyaçlar; onu uykuya yatırma süresi, yemek yedirme, yıkama vb. etkinlikleri kapsıyor. Çocuğunun uygun davranışı göstermediğini düşünen Türk aileleri genelde şu tarz cümleleri kullanır: yemedim yedirdim, giymedim giydirdim, bu çocuk niye böyle oldu. Demek ki bunlar çocuğun duygusal zekâsı ile ilişkili değilmiş. Bu sonucun yanında, çocuğunuz ile birlikte televizyon izlediğiniz süre ile çocuğunuzun stres yönetimi becerisi ile olumsuz bir ilişki varmış (Alegre, 2012). Evet, TV izlerken aynı odada aynı filme bakıyorsunuz ama aranızda hiçbir etkileşim yok. Artan bu iletişimsizlik duygusal zekâlarına etki etmemenin yanında stres yönetimi becerileri ile olumsuz bir ilişki içerisindeymiş. Sonuç olarak, aileler olarak yapmanız gereken şey; olabildiğince televizyon karşısında az zaman geçirmektir.

   Kaliteli zaman konulu yazımı burada sonlandırıyorum. Umarım beklentilerini karşılayan bir yazıdır. Yorumlarınız, eleştirilerinizi bekliyorum. İyi günler yaşamanız umuduyla J.

 

Kaynakça

Alegre, A. (2012). The relation between the time mothers and children spent together and the    children’s trait emotional intelligence. Child Youth Care Forum , 41,493–508.

12 Mart 2015 Perşembe

AHH ŞU GENLER YOK MU!


Bu yazımda gelişim nedir, insan gelişimini çevre mi genler mi etkiler, ebeveyn olarak çocuğumuzun gelişimine nasıl katkıda bulunursunuz sorularına cevap vermeye çalışacağım. Haydi başlayalım.

    Gelişim, bebeğin anne rahmine düştüğü an başlamaktadır. Ve canlıların kalıtsal ve çevresel etkenlerin karşılıklı etkileşimiyle oluşan değişim olarak biliniyor. Günlük hayatta da bu kelimeyi sık sık kullanırız aslında. Örneğin, doktor çocuğunuzun boyuna ve kilosuna baktığında “Çocuğunuz gereken gelişim düzeyine ulaşmış veyahut geri kalmış.” Diyebiliyor. Ne demek istiyor aslında? Gerekli değişimi, vücudundaki boy-kilo artışını sağlamış veya sağlamamış.

   Biraz da gelişimi etkileyen faktörlerden bahsedelim. Genler, bizim gelişim alanlarımızın aralığını, maksimum ve minimum olarak gelişebileceğimiz sınırları belirler. Örneğin, anne babamızda aldığımız kalıtsal özellikler sayesinde eğer kalıtsal bir bozukluk yoksa boyumuz 1,5 metrenin altında veya 2 metrenin üzerine çıkamaz.  (1,5 metre- 2 metre örnekleri misaldir, kesin çizgileri yine bireyden bireye değişir.) Bu aralığı genler belirler. Anne karnından başlayarak düzenli ve dengeli beslenmişseniz, sağlanması gereken çevresel uyaranlar ergenlik çağının sonuna kadar bulunduysa 2 metre boyunda olma ihtimaliniz çok yüksektir. Tam tersini de düşünelim; anneniz size hamileyken dengesiz beslenmişse, yeterli demir, protein alımı olmadıysa, doğduktan sonra beslenmenin yanında sağlık kontrolleriniz düzenli yapılmadıysa 1,5 metre boyunda olma ihtimaliniz artar bu sefer. Yapılan araştırmalar da benim örneğimi destekler nitelikte; sonuçlar gösteriyor ki gelişmekte olan ülkelerde boy uzaması her jenerasyonda artarken gelişmiş ülkelerdeki toplumların ortalama boyları sabittir ve jenerasyona göre farklılık göstermemektedir. (Rathus, 2011). Neden? Birincisi gelişmekte olan ülkelerde sağlık hizmetleri, aşılar yeni yeni ülkedeki bireylerin hepsine ulaşmaya başlamıştır. İkincisi, farklı çeşitlerde besin kaynakları farklı vitamin, protein kaynağı anlamına gelmekte. Gelişmekte olan ülkede bu çeşitlilik yavaş yavaş ihracat ve ithalat ile artmakta. Toplumun her kesimine yavaş yavaş ulaşmakta. Bu maddeler yazdıkça artar amma velakin en önemlileri bunlar diye düşünüyorum.

       Şimdi, “Biz veliler olarak neler yapabiliriz?” derseniz çocuğunuz var ya da yok bu önemli değil, kendi sağlığınız için iyi beslenmeli, her türlü besin kaynağını almaya gayret göstermelisiniz. Tabii sigara, alkol kullanımı olmamalı. İleride çocuk sahibi olmak isterseniz yediğiniz besinler sizin ve çocuğunuz için “zula” niteliğinde olacaktır. Vücuda birden vitaminleri depolaması sıkıntılı J (Arada espri yaparım.) Hamile olduğunuzda ise yine aynı şekilde, tabii doktor kontrolünde yediğiniz besinlere dikkat edersiniz.

     Şimdi fiziksel gelişimden bilişsel (zihin gelişimi) gelişime geçelim. Bu alanda çevre mi gen mi etkili konusuna parmak basalım. Ülkemizde anne babalar çocuklarının istedikleri şekilde başarılı olmadıklarını düşündüklerinde genellikle bunu genlere, kalıtıma bağlarlar. Aviyane tabirle çocuğu başarısız olan anne, baba “Bizim sülalede okuyan çıkmadı, bundan da bir şey olmaz.” Diyebiliyor. Zeka, stabil değildir. O da çevreden ve genlerden etkilenir. Evet, genler  ulaşabileceğimiz maksimum seviyeyi belirler. Ama herkes genlerinin sunmuş olduğu seviyeye ulaşamaz. Yine nedeni çevresel faktörlerdir. Anne karnında bile çocuğun yeterli omega-3 alması onun zekasını etkilemektedir. Çevresel faktörlerin içerisine annenin hamilelik sürecinde beslenmesi, doğum sonrası çocuğun yedikleri ve tabii ki eğitim/ eğitim ortamı yer alır.  

    Siz, çocuğunuza gerekli eğitim ortamı sunabilecek yegane insanlarsınız. Sizin dilinizi öğreniyorlar, sizin kültürünüzü benimsiyorlar, sizin yaptıklarınızı taklit etmeye başlayarak yaşam becerilerini kazanıyorlar. Biz de bir algı var, eğitim okulda verilir algısı. Bence bu pek doğru değil. Eğitim çocuk doğduğunda başar ve öğretmenlerden çok ebeveynler çocuklarının eğitimine katkı sağlar, şekillendirir. Geçmişte sanat dersi aldığım bir hocamın hayatından bir örnek vereyim. Kendisi ve ablası ressamdır. Hocam, nasıl oldu da ikiniz de bu kadar güzel yağlı boya tabloları yapıyorsunuz diye sorduğumda, “Biz çocukken annem her yaz bizi farklı bir kursa gönderdi. Bu kurslarda bir sene resim bir sene müzik bir sene dikiş nakış öğrendik. O kadar çok değişik sanat alanıyla uğraştık ve kendimizi resimde bulduk.” Dedi. Hocamın ailesi onlara kendilerini geliştirebilecekleri alanlar yaratmaları için olanaklar sunmuş. Ve onlara seçme hakkı vermiş. Şunu söylemek istemiyorum; çocuklarınızı onlarca kursa gönderin. Demek istediğim onların içlerinde bulunan potansiyelin, becerinin çıkması için yollar bulun. Her şey maddiyatla ilişkili değil, çocuğunuzun önüne boya kalemi, kağıt koymak bile ona olanak sağlamak anlamına gelir, bence. Kısa tutmak gerekirse, çocuğunuzun zekasını eğitim ile geliştirebilirsiniz ve hangi yönde gelişeceğini de yine sizin sağlamış olduğunuz olanaklar belirleyecektir. Eğitim konusuna ileriki yazılarımda bolca gireceğimden şimdilik kısa tutuyorum.


Not: Sorularınız, eksik, yanlış bulduğunuz yorumlarım varsa lütfen yorumlarınızla beni haberdar edin. Sağlıcakla kalın.

KAYNAKÇA

Rathus, S. A. (2011). Childhood and adolescence, Voyages in development, Wadsworth, Cengage Learning

 

9 Mart 2015 Pazartesi


Merhabalar,

Ben Kübra. Biraz kendimden, kim olduğumdan bahsetmek istiyorum.  Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünden, 2014 yılında mezun oldum. Öğretmenliği de çocukları da çok severim. Her insanın öğretmen olamayacağına inanırım. Ayrı bir beceri gerektirdiğini düşünüyorum. Araştırmaya, okumaya sevdalıyım. Bu nedenlerden dolayı da yine 2014 yılında yüksek lisans eğitimine başladım. Hayat boyu hem öğrenci hem öğretmen olmak isteyenlerdenim. J

Bu bloğu açmamın amacı ise; yüksek lisansta almış olduğum çocuk gelişimi dersinde öğrendiklerimi ebeveynlere iletmek istememdir. Bilgiyi öğrenip hafızada saklamamalıyız. Hafızada kalan bilgi ile kitapta yazan bilgi arasında pek bir fark olmaz bu durumda. Bu sayfada haftanın konusuna özel öneriler, bilgiler bulabileceksiniz. “Günlük hayatta uygulamaya yönelik çocuklarınızla birlikte neler yapılabilir?” sorusuna da elimden geldiğince cevap vermeye çalışacağım. Arada kendi hayatımdan, yaşadıklarımdan ve bolca yorumlarından da yararlanacağımı bilmenizi isterim.

 Yorumlarınızı, eleştirilerinizi, akılınıza takılan her şeyi sayfaya yazarsanız çok memnun olurum. Bu saye de sizin tepkilerinizi, önerilerinizi öğrenebilirim. İleride yazacaklarım için nasıl bir yön çizeceğime karar verebilirim.

Sizin için okuması zevkli, benim için de yazması heyecan verici bir blog olması umuduyla J